Expatriate veya 'Gurbetçi'

-
Aa
+
a
a
a

Türkiye’nin Avrupa Topluluğu’na adaylığının kabul edilmesiyle beraber Türk ekonomisinin önünde yepyeni ufuklarını açıldığını söyleyebiliriz. Avrupalı Türkiye’de bizleri nelerin beklediğini detaylı olarak söylemek için henüz erken ama, belirli konularda öngörülerde bulunabiliriz.

Türkiye’de yatırım yapan Avrupalı şirketlerin sayısının artacağını, halen burada bulunanların da yatırımlarını genişletip, arttıracaklarını ve aynı zamanda ters yönde bir akım olacağını tahmin edebiliriz. Türk şirketleri de AT üyesi ülkelerde kurumsal yatırımlara girişeceklerdir. Şimdiye kadar “almancı” girişimciler ve bankalar ile sınırlı kalan bu hareket, sadece büyük şirketlerin değil, bundan sonra tüm şirketlerin gündemine girecektir. 1980’den sonra zincirlerini kıran Türk girişimcileri, zaten şirketleri veya temsilcilikleri vasıtasıyla ciddi bir ticaret hacmi yakalamışlardı. Ancak kurumsal ve yatırımcı kimlik ile AT içinde yerleşmek yeni dönemle beraber hızlanacaktır. Pazara yakınlık, yönetim kolaylıkları ve vergi avantajları vb. sebeple bir çok Türk şirketinin, merkezlerini bile AT ülkelerine taşıdığını göreceğiz. İş hacimleri itibarıyla yer değiştirmeye gerek duymayan şirketlerde de AT içi ittifaklar devamlı gündemde olacaktır. Bu şirketleri bekleyen en ciddi sorun da insan kaynağı yönetimidir.

“Expatriate” ülkesinin dışında çalışanlar için kullanılan yaygın bir terim. Türkiye’de çalışan yabancılara kısaca “expat” deriz de, Türkçesinin “gurbetçi” olduğunun pek farkında olmayız. “Gurbetçi” terimini şimdiye kadar sadece yurtdışına giden işçiler için kullanıyorduk. Artık daha geniş bir yelpazeyi ifade edecek. Uluslararası şirketler %15-20 oranında “Gurbetçi Yönetici” çalıştırırlar. Bu oranın %70’lere kadar vardığı örnekler de vardır. Maliyeti eşdeğer bir yerel yöneticinin 4-5 katına varır. Ev kiraları, uçak biletleri, çocukların eğitimi vb. masraflar hep şirketler tarafından karşılandığı için bu maliyet/maaş oranı çok yüksektir. Bazı şirketler bazı ülkeleri mahrumiyet bölgesi olarak addettikleri için maliyetler çok daha artar. Ancak, Türkiye son yıllarda bir çok şirketin mahrumiyet bölgesi listesinden çıktığı için “gurbete çıkmak” isteyen yöneticiler açısından cazibesini bir ölçüde yitirmiştir.

Yerel yöneticide arz sorunu

Yine de yeni pazarlarda yerel yöneticilere tanınan imkanlar sınırlı kalıyor. Çin’de 28 uluslararası şirket bazında yapılan yeni bir araştırmada yönetici kademesinin %39’unu “Gurbetçi Yöneticiler”in oluşturduğu görülmüş. Şirketler prensip olarak zaman içinde bu rakamları azaltmayı hedeflese de, yerel yönetici arzında şirketlerin büyümesine paralel bir artış olamayınca, “expat” oranı pek de düşmez. Onlar da devletten, kamu kuruluşlarından ve diğer şirketlerden “adam çalmaya” çalışırlar. Rekabet orada da kendisini gösterdiği için başarı şansı zayıftır. İkinci bir sebep de yabancı yatırımcının yerel yöneticide aradığı vasıflardan kaynaklanır. Genellikle bu standartlar öyle yüksektir ki, “objektif değerlendirmeler” sonucunda ibre hep “expat”i gösterir.

Ben iş hayatında “expat”lerden işle veya hayatla ilgili çok şey öğrenmişimdir. Ortama uyum sağlayanların arkadaşlığına doyum olmaz. Bunlar dilleri ve kültürleri ne olursa olsun aynı işkolundan gelen insanların barış içinde çalıştıkları ortamlardır. Bazıları da bunu “mecburi hizmet” olarak görür, ne kendisi zevk alır, ne de karşısındakine zevk verir.

Yeni dönemde Türkiye’deki faaliyetlerini arttırmak isteyen yabancı şirketleri bekleyen ciddi bir “yerel yönetici” arzı sorunu olacak. Durgun ekonomik hayat işsizliği arttırmış olmasına rağmen profesyonel yöneticiler statülerini korumayı becerdiler. Yabancı şirketlerin yüksek standartlarına uyum sağlayacak Türk yöneticiler de Avrupalı meslektaşlarından hiç de aşağı kalmayan maddi şartlara kavuştular. Yabancı şirketler açısından kalıcı çözüm, yeni mezun alıp yetiştirmekten geçecek. Mart-Nisan aylarında üniversite kampüslerinde yabancı şirketlerin promosyon faaliyetlerini sıkça göreceğiz. Dragos’taki bankacılık okulunun benzerleri açılmasa da, yabancı şirketler ile bilhassa özel üniversiteler arasında ciddi işbirlikleri, sponsorluklar göreceğiz.

İngilizce’nin yanı sıra yaygın AT dillerinden en az birini konuşamayan yönetici, eksik kalacak. AT mevzuatına hakim, hukuki mekanizmayı kavramış, “AT uyumlu” yönetici tipi talep edilecek. Üniversitelerin bilhassa işletme ve hukuk fakültelerinin bu talebe uygun müfredat değişikliklerine gittiğini göreceğiz. Bazı hızlandırılmış programlar ile belirli konularda ilerleme imkanı olsa da çözüm kısa vadeli olmayacaktır.

AT’de kurumsallaşmak isteyen, Türk şirketlerinin işi “expat” açısından daha kolaydır. AT’nin her ülkesinde Türkçe konuşan yetişmiş eleman bulunabilmektedir. “Gurbetçi”lerin çocukları ve torunları “Avrupalı Türk Yönetici” neslinin nüvesini teşkil etmeye adaydır. Bunların maliyetleri Türkiye’den oraya götürecekleri yöneticinin maliyetinin çok altında kalacaktır. Ancak üçüncü nesil çocukların “daha az Türkiyeli, daha çok Avrupalı” olduklarını aklımızdan çıkarmayalım. Bu da olumsuz değil, bence çok olumlu bir vasıf olarak algılanmalıdır. Tüm yönetici ihtiyacını buradan götürmek, yabancı şirketlerin Türkiye’de yaşadıkları problemlerin benzerlerinin yaşanmasına zemin hazırlar. Amaç, AT’nin ortasında herşeyiyle Türk şirketi yaratmak olmamalı.

Türkiye’de yerleşik şirketler Türkiye’de yaşamak üzere “AT uyumlu” yabancı arayışına girdiklerinde ise çeşitli sorunlar yaşayacaklar. Kültürel problemler en az maliyetler kadar şaşırtıcı olacak.

Toplumlar “alışveriş” yaptıkça birbirlerini tanır ve dost olurlar. AT ile ekonomik faaliyetimiz ne kadar artarsa, şirketler “çok-kültürlü” olmaya ne kadar özen gösterirlerse, entegrasyon o kadar çabuk ve sancısız olacaktır.

(Bu yazı Globus’un Ocak 2000 sayısında yayınlanmıştır.)